2019 yılına girerken dünya ekonomilerinde özellikle zor bir süreçten geçileceği; yapılan tahminler, açıklanan uluslararası raporlar ile ifade edilmeye başlandı. Genel itibarla, şirketler cephesinde özsermaye yeterlilik rasyolarının çok düşük olduğu, banka kredilerinin finansmanı ile yüksek borç yükleri aslında hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin de reel ekonomileri adına bir risk unsuru oluşturmaya başladı.
Diğer taraftan risk unsurunun yüksek olduğu bir yılın içinde her zaman fırsatları da barındırdığı aşikar. Ülkemiz için baktığımızda; ilk 3 ay seçim süreci sonrası, geçtiğimiz yılın ortasından beri sıkışan likitidenin piyasaya daha fazla finansman destek modellerinin sunulması gerekliliğini de net ortaya koymaktadır. Asgari ücretin 2.020 TL’ye çıkması piyasa adına güzel bir gelişmedir ancak özel sektörün borçluluk oranlarının bu denli yüksek olması, döviz ve faizlerde yaşanacak olası hareketlilik yine şirketleri sıkıntılı duruma sokabilir.
Hem gıda hem de gıda dışı perakende sektöründe “orta direk” markaları olarak bilinen piyasa oyuncularının; son 3 aydır daha önce kendilerinden alışveriş yapmayan daha yüksek sosyo-ekonomik gelir grubuna sahip olan belli müşterilere de hitap etmeye başladığı bilgileri rakamlarla gelmeye başladı. Aslında bu nokta vatandaşların harcama alışkanlıkları sürecinde önümüzdeki yılda daha temkinli olacağı anlamına gelmektedir. Her zaman ifade ettiğimiz nokta; hareket berekettir, bereketin olması da piyasada likitidenin artmasıyla mümkündür. Burada ‘’tonik etkisi’’ diye ifade edilen geçici tedbirlerin de bundan sonra da iyi netice veremeyeceği anlamına gelmektedir. Enflasyon, kur, faiz sarmalını yok eden yegane unsur önce vatandaşın motivasyonun yükselmesidir, bu psikolojiyi de tazeleyen nedenler piyasaya nakit girişinin artırılarak, yatırım yapılacak alanların ‘’üretim’’ bazlı hale gelmesi ve istihdamın sürdürülebilir olmasından geçmektedir. The Economist‘in ‘’Intellegence Unit’’ son raporunda 2019’da dünya ekonomisine ilişkin paylaştığı rapordan bazı önemli noktaları paylaşmanın yararlı olacağı düşüncesindeyim. Dünya ticaretinin büyüme hızının 2017’de yüzde 5,2’den 2018’de yüzde 4’e düştükten sonra bu eğilimi koruyarak, 2019’da yüzde 3,4’e gerilemesini bekliyor. Uluslararası Para Fonu (IMF), son “Dünya Ekonomisinde Durum” (World Economic Outlook- Ekim 2018) raporunda gelişmiş ekonomilerde ekonomik etkinliğin, 2018 yılının ilk yarısında, 2017 yılına göre hız kesmeye başladığını saptıyor. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin’de ekonomik büyüme 2017 yılında yüzde 6,7’den 2018’de yüzde 6,5’e, 2019’da da yüzde 6 düzeyine gerilemesi bekleniyor.
ABD’de genel hava bir ekonomik toparlanma devresinin sonuna gelindiği yönünde. Faizler yükseliyor, şirket kârlarında bir yumuşama görülüyor, bütçe açığı hızla arıyor. Çin ekonomisindeki yavaşlama eğiliminin bir diğer belirtisi de lüks tüketim harcamalarındaki gerileme. Çin lüks tüketici marka mallarına yılda 90 milyar dolar harcıyor. Ancak bu yıl Manhattan ve Paris’teki lüks mağaza sahipleri Çinli müşterilerin talebinde bir yumuşama gözlemliyorlarmış. Euromonitor ve Bain & Co gibi araştırma şirketleri de bu yıl Çinli tüketicinin harcamalarında daha çekingen davrandığına dikkat çekiyorlar. Çin ekonomisinin büyüme hızı son yıllarda gittikçe artan oranda kredi genişlemesine dayanıyor. Almanya’da yönetime danışmanlık yapan Ekonomik Konsey ekonomistlerinin de, 2018 ve 2019 ekonomik büyüme beklentilerini sırasıyla, yüzde olarak, 2,3’ten 1,6’ya ve 1,8’den 1,5’e çektikleri görülüyor. Almanya Ticaret Odaları da ihracatın büyüme hızının bu yıl yüzde 2,8 ile geçmiş yılların ortalamasının yarısına gerilemiş olmasından yakınıyor.
Ancak, Almanya’nın önde gelen ekonomi gazetesi Handelsblatt’a göre tüm bunlar, Almanya ekonomisinde bir yavaşlamaya işaret ediyor ama, bir resesyon sözkonusu değil. ABD, Çin ve Avrupa Birliği’nden (Almanya) sonra dünya ekonomisinin dördüncü ayağını Arjantin, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika gibi gelişmekte olan ekonomiler oluşturuyor. Bu alanda da ekonomik performanslara ilişkin, son haftalarda iyi haberlere çok sık rastlanmıyor. Bloomberg, analistlerin gelişmekte olan ülkelerin şirketlerinin karlarına ilişkin beklentilerini Nisan ayındaki son hesaplamalara göre yüzde 6 oranında düşürdüklerini aktarıyor. Conference Board ekonomistleri de gelişmekte olan ülkelere ilişkin ekonomik büyüme beklentilerini yüzde, 3,8’den 3,7’ye çekmişler. Gelişmekte olan ülkelere yönelik beklentiler, iyimser olma çabalarına karşın, oldukça belirsiz. Bu ülkelerin dolar cinsinden borçlarının, 2008 sonunda dünya ekonomisinin yüzde 9’undan 2018 yılının başında yüzde 14’üne yükselmiş olması kaygı yaratıyor. Özetle; sanayi devriminden sonra son 10 yılda dijitalleşme ile kırılım yaşayan dünya ekonomileri önümüzdeki 10 yılda ticaret savaşlarının çok ciddi manada kızışması ile anormal ölçüde katma değerlerinde farklılık yaratma peşine düşecekler. İzleyip beraber göreceğiz.