Dün – Bugün

16.6.2017

Keşanlı Yönetici ve İşadamları Derneği (KEYİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Eler ve Altan ÖYMEN Tek RumeliTV’de söyleştiler. Geride bıraktığımız Cumartesi akşam saat 20.00’den itibaren yayımlanan ve yine Ahmet Eler ‘in hazırlayıp sunduğu “Alternatifsiz Gündem” isimli programda Radikal Gazetesi yazarı Altan ÖYMEN, Atatürk’ü özetle şu sözlerle anlatıyor: Atatürk’ün “Kıyafet Devriminde” ne kendisinin üniforma merakı vardı, ne de halkını tek tip elbise içine sokma hedefi…
Tam tersine…
Atatürk, mesleği askerlik olmasına rağmen sivilleşmiş, büyük kısmı asker olan kadrosunu da sivilleştirmiş bir liderdir.
Vatandaşlarını yöneltmek ve teşvik etmek istediği kıyafeti de, tek tipteki, tek renkteki bir kıyafet değil, herkesin kendi isteğine göre şekillendirebileceği çağdaş bir kıyafettir.
Bu açıdan, bizdeki tek parti döneminin kıyafet konusu, özgürlük karşıtı bir hareket değildir.
Bir bölümü tarikatlardan kaynaklanan mahalle baskısıyla, “cübbe, sarık, takke, fes” çerçevesine sıkışıp kalmış olan erkek kıyafetini, bireylerin tercihine göre çeşitlendirebilmelerinin yolunu açan bir harekettir.
Bu, aynı zamanda kadın kıyafetleriyle ilgili özel bir kanun olmamasına rağmen, kadınların, Medeni Kanun ve diğer kanunlarla elde ettikleri kadın haklarına dayanarak “çarşaf ve peçe” ile ilgili mahalle baskısından kurtulmalarının yolunu açan bir harekettir.

 

 

Atatürk’ün gözünde, kadınların içinde bulundukları haksız durumdan kurtulmaları, elbette onları kişi olarak en doğal ve vazgeçilmez insan haklarından yararlandırmak açısından zorunluydu.
İnsanî ve ahlâkî zorunluluğun yanında, ayrıca, toplumun gelişip yükselmesi açısından da buna gerek vardı.
Bu inancını, Atatürk, benzerine az rastlanır bir açıklıkla ve kuvvetli bir vurguyla belirtmiştir:
“Son yıllardan önce de milletimiz yenileşme yolları üzerinde yürümeye, sosyal değişmeye teşebbüs etmemiş değildir. Fakat gerçek yararlar görülmedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence sebep işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. … Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?” …
Atatürk’ün ülkeyi dolaşarak kamuoyunu kadın hakları konusunda yapacağı büyük değişikliğe hazırlamasından sonra, 4 Nisan 1926’da Medeni Kanun kabul edildi ve 6 ay sonra yürürlüğe girdi.
Medeni Kanun’un kadın haklarıyla ilgili olarak getirdiği değişikliklerin bazıları şunlardır:

“Birden fazla kadınla evlenme kaldırıldı.”
“Evlenme akdinin, iki ergin şahit huzurunda, resmî nikâhmemuru önünde yapılması esası kabul edildi. Resmî olmayan nikâh hukukî açıdan geçerli olmayacaktı. Resmî evlenmeden sonra, ayrıca,dinî nikâh kıyılması serbest bırakıldı.”
“Evlenmede kadın ve erkek için yaş sınırı getirilerek çok küçük yaşta evlenmeler kaldırıldı.”
“Boşanma halinde, kadının ve çocuğun haklarını güvence altına alacak hükümler getirildi.”
*
On sekiz yaşından beri gazetecilik yapan Altan Öymen, Ulus, Akşam, Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde yıllar boyunca muhabir, röportaj, yönetici, yazar ve başyazar olarak çalıştı. Anka Ajansı’nı kurdu. Yurtiçi ve yurtdışı radyo televizyonlara haber ve belgeseller hazırladı. Almanya’da basın ataşeliği görevinde bulundu. 1961 yılındaki Kurucu Meclis üyeliğinden başlayarak politikada da görevler aldı. Milletvekilliği, bakanlık, parti ve grup yöneticiliği yaptı. Altan Öymen’in politikadaki son görevi CHP genel başkanlığıydı. 1932 İstanbul doğumlu Altan Öymen, o yıllarda ailesinin Ankara’ya taşınması nedeniyle ilk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamlayarak Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmişti.
Ankara’nın tek partili döneminden bir kısmına tanıklık etti. Çocukluğu o döneme rastladı. İzlenimlerini bir kitapta anlattı. (Bir Dönem Bir Çocuk).
Cumhuriyet’in 15’inci yıldönümü 29 Ekim 1938 günü, ilkokulun birinci sınıf öğrencisiydi.
Karikatürist Cemal Nadir Güler’in çizimlerinde gördü, o da değişime inandı.

Türkiye’ye artık “Dün” bölümündeki görüntüler yerine “Bugün”  bölümündekiler tamamen yerleşecekti.
Buna inanmak, Ankara’da yaşayanlar için daha kolaydı.
Ankara’nın merkezi yerlerinde “Dün” manzaraları zaten ortaya çıkmazdı. Çünkü Vali Nevzat Tandoğan, Başkent’in ortasında sadece “Kıyafet Kanununa” aykırı davrananlara değil, düzgün olmayan kıyafetlerle dolaşanlara da göz açtırmazdı.
Şehre hâkim olan görüntüler “Bugün” bölümündeki gibi kravatlı erkeklerle tayyörlü kadınların görüntüleriydi.
Ankara’nın dışında, karikatürün “Bugün” altyazılı bölümdekilerden hayli farklı görüntülerin var olduğunu, elbette Cemal Nadir Güler de biliyordu, Nevzat Tandoğan da biliyordu.
Bürokratları ve bakanlarıyla tüm Cumhuriyet yönetimi de biliyordu.
Ama hedef oydu: “Bugün” bölümündeki “insan manzaralarının” yeni Türkiye’nin her köşesine yerleşmesiydi.
“Her köşesi” derken, bununla asıl, şehirler kastediliyordu.
Kravatın, tayyörün, şapkanın, başta memurlar olmak üzere şehirlerde çalışanların giyim kuşamında var olması isteniyordu.
Köylerde ve küçük kasabalarda durumun kıyafet açısından farklı olduğu ve farklı kalacağı biliniyordu…
Ama elbet, köylerde de amaç “Dün” bölümündeki sarıklı eğitim, büyücü tedavisi, peçeli kadın görüntülerinin tarihe karışmasıydı.
Köylerin kalkınması için, köy koşullarına uygun eğitim olanakları sağlayacak projeler hazırlanıyordu.
Bunların uygulaması, geçen hafta aynı programda bizi onurlandıran Sevgili Feyzullah Aktan’ın anlatımlarından da öğrendiğimiz; “Eğitmenlik” kurslarıyla başlamıştı.
İki yıl içinde Köy Enstitüleri hamlesi başlayacaktı…
* * *
O dönemde bir de dünyaya bakalım: 1920’li, 1930’lu yıllarda, bazı başka ülkelerdeki iktidarlar da “kılık kıyafet” konularıyla yakından ilgiliydi…

Özellikle de ‘tek partili’ rejimlerle yönetilen iktidarlar…
Örneğin: Almanya’daki Nazi Partisi iktidarı…Sovyetler Birliği’ndeki Komünist Parti iktidarı… İtalya’daki faşist iktidar… Diğer birçok ülkede de, o partilerin benzerleri vardı. İktidarda olsalar da, olmasalar da, kendileri ve yandaşları için belirledikleri kıyafetler vardı.
1920’lerde İtalya’da iktidara gelen faşizmin lideri, Benito Mussolini, kıyafet meselesine daha muhalefetteyken büyük önem vermişti. Kendisi başta olmak üzere tüm parti yöneticileri “kara gömlek”ler giyiyorlardı. Dört-beş yıl içinde devleti ele geçirip “tek parti” rejimini kurduktan sonra, Mussolini’nin “Duçe”(Şef) unvanıyla giydiği kıyafet “Askeri‘leşti”. Kendisi, meslek olarak gazetecilikten ve siyasetten başka bir iş yapmamıştı ama iktidara geldikten sonra askerliği sevdi ve İtalya’yı, sonunda çok zararlı çıkacağı yayılmacı siyasetlere sürükledi.
Almanya’da Hitler’in ve yandaşlarının gömlekleri ise kahverengiydi. İktidara geldikten sonra halkın çeşitli kesimlerindeki örgütlenmelerini sadece “Hail Hitler” selamlaşmasıyla değil, kıyafet açısından da “tek tipleştirdiler”.
Hitler’in de mesleğinin askerlikle ilgisi yoktu. Siyasete, bir süre ressamlık yaptıktan sonra atılmıştı. Ama o da “Askerileşmeye” çok meraklıydı. İktidara geçtikten sonraki hayatını üniformasının içinde geçirdi… Ordusunun “başkomutanı” olarak başlattığı savaşın sonuçlarını ise bilmeyen yok.

Test

Form Gönderimi

Tamam

© Ahmet Eler 2017 | Tüm Hakları Saklıdır.
Web Tasarım Teknobay.