Türkiye’nin yakından tanıdığı bir bilim insanı Prof. Dr. M. Doğan KANTARCI, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji anabilim dalında 1966-2006 yılları arasında tam kırk yıl çalıştı. İğneada ve çevresindeki ormanların, göllerin sorunlarını
dört başlık altında toplayan prof. Kantarcı, bunları;
1. Suların İstanbul’a aktarılması ve longoz ormanlarının kuruması sorunu.
2. İğneada balıkçı limanının çimento ihracatı ve kömür ile petrokok ithalatı için genişletilmesi ve balık yataklarının kirletilmesi, balıkçılığın yok edilmesi sorunu.
3. Kömür ile işletilecek bir termik santral ve yaratacağı hava, kül deposu ve deniz kirliliği sorunu.
4. Nükleer santral ve yaratacağı çevre sorunu.
Başlıkları altında topluyor.
Bu sorunların, doğaya yapacağı çevreyle ilgili etkileri üzerine değerlendirmelerde bulunan Prof. Kantarcı’nın yanı sıra Ahmet Eler de aynı üniversitenin Orman Fakültesinden mezun. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği bölümünü bitiren Eler, 1999 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü, İşletme (İngilizce) programını tamamladı. Eler, 2001 yılında da FMV. Işık Üniversitesi Executive MBA yüksek lisans programından mezun.
Ahmet Eler, Tek Rumeli TV’de “Alternatifsiz Gündem” programında, 17.10.2015 Cumartesi akşamı Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı’nın yanı sıra Hürriyet Gazetesi yazarlarından Yalçın Bayer’i de konuk etti.
Konukların görüş birliğine vardığı husus; İğneada, longoz ormanları, deniz ve balık yatakları korunmalıdır.
Olumsuz etkileri giderilemeyecek kadar güçlü olan sorunları yaratacak girişimleri yapmak yerine, İğneada ve çevresinin doğal yapısı ile korumak, geliştirmek, halkının gelirini artırmak da pekâlâ mümkündür.
Çünkü İğneada ve çevresi Güneybatı Karadeniz Havzası’nın çok değerli bir turizm alanı konumunda ve niteliğindedir.
Konuyu Karadeniz havzası ve bu havzanın devamlılığının sağlanması insanların mutlu ve refah içinde yaşamaları temelinde ele almak gerekir.
İğneada’ya termik santral yapmak, nükleer santral yapmak, balık tarlası olan İğneada denizi
ile balıkçı barınağı olan limanı çimento ihracı, kömür ve petrokok ve benzeri atık yakıtların ithali için dönüştürmek, longoz ormanlarını besleyen suları İstanbul’a kullanma suyu olarak aktarmak bölgeyi yaşanmaz duruma getirir.
*
Ormanları yok ederseniz yağışlar sellere dönüşür, çamurlu seller de yerleşim alanlarını ve halkı yok eder.
Daha geçenlerde Hopa-Arhavi-Rize (Salarha) çamur selini unutmayalım.
***
Dünya, gözü gibi korurken biz gözünü çıkarmayalım!
Son yıllarda, ormanlarımızda ve potansiyel yayılış alanında açılan taş ocakları ile dere tipi hidroelektrik santralleri (HES) binlerce yıldan beri oluşmuş ekosistemlerinin doğal dengesine büyük ölçüde zarar veriyor. Özellikle kireçtaşı arazisinde yapılan tahribat ile son yıllarda Akdeniz Havzası’nın ısınmasından kaynaklanan ve sıklaşan sağanak yağışların bir araya gelmesiyle sel oluşumları ve göçük olayları, ciddi anlamda zarar vermeye başladığını üzülerek gözlemliyoruz.
Prof. Kantarcı, “Ormanların tahribi, çok verimli tarım alanlarının da sellerden zarar görmesine ve yetiştirilen ürünlerin yok olmasına sebep olduğunu, binlerce yılda oluşmuş ekosistemlerin günümüzde kısa süreli kazançlar için tahrip edilmemeleri gerektiğini, taş ocakları benzeri girişimlerle tahrip edilen ormanların tekrar yetişmesi için taştan elde edilen gelirin çok daha fazlasını harcamak gerektiğini” de söylüyor.
****
RÜZGAR ENERJİ SANTRALLARININ (RES)
EKOLOJİK ETKİLERİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER
Yine Prof. Kantarcı’dan öğreniyoruz:
Rüzgâr enerjisinden elektrik üretmek fosil yakıtların yarattığı hava kirliliğine karşı en uygun
çarelerden biridir. Bir kıta ülkesi olan ABD’de geniş boş arazi (çöller ve kayalıklar) ve geniş
tarım alanları rüzgâr enerji santralleri (RES) için yer seçiminde kolaylık sağlamaktadır.
Avrupa ve Türkiye’de enerji üretebilecek hızdaki rüzgârların estiği bölgeler sınırlıdır.
Türkiye’de Trakya’dan, Ege Bölgesi üzerinden, Güneybatı Anadolu’ya kadar uzanan alan
rüzgâr hızları bakımından enerji üretmeğe uygundur. Ancak aynı bölgeden göçmen kuşlar da
geçmekte ve sulak alanlarda konaklamaktadır. Dağlık arazi kuzeyden güneye kayın, meşe
ve çam ormanları ile kaplıdır. Ormanda bir RES inşaatı için gereken alan en az 1 ha’dır
(100×100=10000 m2). Bu alanda toprak sıyrıldığı için geri kalan kayalık sonradan
ağaçlandırılamaz. Otuz beş kulelik bir RES projesi için orman içinde bağlantı yolları hariç
35 ha’lık alanın yok edilmesi gerekmektedir. Orman alanlarında RES izni verilmesi, orman
işletmeciliği, orman ekositeminin korunması ve devamlılığının sağlanması bakımından
mümkün değildir. Tarım alanları ve zeytinlikler küçüktür ve RES için genellikle
yetersizdir. Bu uygunsuz arazi kullanımının yanında yerleşim alanları ve RES gürültüsü de
eklendiğinde yer seçimi konusu bir sorunlar yumağına dönüşmektedir. RES kurmak için yetki
verilen firmalara alan açmak üzere kamulaştırma kanunu md. 27’yi (acele kamulaştırma)
uygulamak halkın mülkünü zorla elinden almak anlamına gelmektedir. Bu nedenle birçok davanın açılmasına yol açmıştır. RES’ler temiz enerji üretmek yerine çok daha karmaşık çevreyle ilgili ve hukukî sorunlara sebep olmuştur.
***
İnsanlar, İğneada’nın bölgelerine uzak olması nedeniyle, çok fazla olumsuz etkisinin olmayacağını düşünüyor olabilir.
Ancak çevre tahribatına, bölgeye uzak ya da yakın olması açısından bakılmamalıdır.
Bilindiği gibi 1986 yılında, Ukrayna’nın Kiev ilinin Çernobil kentinde nükleer kaza faciası yaşanmıştı. Bu durumdan Karadeniz ve Trakya bölgesinin kıyıları da, etkilendi. Dolayısıyla, İğneada bize uzak diyemeyiz.
Örneğin bölgeye nükleer santral kurulması durumunda olası bir kazanın altından kalkabilmemiz söz konusu olamaz. Çünkü santrallerin etki alanları çok geniş.